ZAMANDA YOLCULUK ZAMANI-5

Bölüm 05:

“Geriye Nasıl Döneceğiz?”

Asya çevresini bakışlarıyla kontrol ederken Oğuza döndü:

“Sen bilirsin heralde. Şu okudukların bir işe yarasın anlat da.”

Oğuz biraz tedirgin biraz da şaşkın arkadaşlarına baktı:

“Böyle yapılar Sümerlerde ve Babillerde var. Zigurat diyorlar adına. Alt katlar depo, orta katlar okul ve ibadet yerleri, üst katlar ise uzayı ve havayı kontrol etmek için kullanılıyor. Tanrı diye anlattıkları da sanırım uzaylılar olmalı. Mitolojik kaynaklarda çokça anlatılır. ‘Kule’ dedikleri sanırım Babil Kulesi. Gökten gelenlerle yani uzaylılarla burada büyük bir savaş olacak. Yeryüzüne yerleşmiş olanlar insanlara yardım ediyorlar. Ama…”

Suhan Oğuz’un sözünü keserek:

“Bizim buradan bir an önce kurtulmamız lazım öyleyse. Yoksa bu savaş hepimizin sonu olabilir.”

Asya eliyle kapıyı işaret ederek:

“Gelenler var, durun bakalım.”

Salonun geniş kapısından iki asker girerek içeridekilere seslendi:

“Şöyle sıraya geçin. Çıkan herkese silahları verilecek. Oradan dışarı çıkıp sizi bekleyen birliklerle beraber hareket edeceksiniz.”

Suhan arkadaşlarına dönerek:

“Sıraya geçelim. Sakın arkamdan ayrılmayın ve ben ne yaparsan aynısını yapın.”

Asya ve Oğuz sıraya geçerek beklemeye başladılar. Kapıdan çıkan herkes tüfeğe benzer bir silah ve sırt çantasına benzer bir çanta alıp aşağıya hareket ediyorlardı. Sıra Suhan’a gelince çantasını alıp omzuna astı. Silahı da eline alarak arkasından gelen arkadaşlarını izledi. Asya ve Oğuz da verilenleri alınca onlara beni izleyin şeklinde bir işaret yaparak yukarı çıkan merdivenlere yöneldi. Aşağı inenleri kontrol eden asker Suhanlara seslenerek:

“Nereye gidiyorsunuz? Aşağıda toplanılacak, duymadınız mı?”

Suhan soğukkanlılığını koruyarak:

“Biz yukarı çıkıp havayı kontrol edeceğiz. Sonra dua edip ineceğiz.”

Asker başıyla onayladıktan sonra:

“Oyalanmayın, yoksa geç kalırsınız.”

Dedi. Oğuz arkasını dönmeden gülümseyerek:

“Çok güzel, şimdi ne yapacağız peki?”

Suhan hızlıca merdivenleri çıkarken:

“Bir çıkalım hele de orada düşünürüz.”

En üst kat terasa benzer bir yapıya sahipti. Meydanı rahatça görebilecekleri bir köşeye gelip etrafı izlemeye başladılar. Meydanda toplanan gönüllüler gruplar halinde hareket ediyorlardı. Suhan karşı köşede bekleyen garip kıyafetli birini arkadaşlarına göstererek:

“Dürbünü çıkarıp bir bakalım. Gittikleri yönü görebilirsem eğer.”

Çantasından dürbününü alarak çevreyi izlemeye koyuldu. Sağı solu iyice izledikten sonra gökyüzünü seyretmeye başladı.

“Sanırım ‘Kule’ dedikleri yapı yakında. Çevresinde mevzileniyorlar. Biz de savaş çıkmadan buradan ayrılmalıyız.”

Asya Oğuz’a çevreyi işaret ederek kısık bir bakış attı:

“Bu koca medeniyetten sadece taşlar mı kaldı yani bize? Baksana teknoloji bizim dönemden bile ileride sayılır. Bilmediğimiz, görmediğimiz daha neler var kim bilir…”

Oğuz bilim adamı edasıyla:

“Abla, haklısın. Sanırım teknolojiyi yeryüzüne inen uzaylılar geri götürdüler. Ya da nükleer savaşlar sonucunda eriyebilen herşey eridi, yanabilen herşey yandı, geriye de etkilenmeyen taşlar kaldı sadece. Bizler de onları okuyup olanların aslını öğrenemedik.”

Suhan arkadaşlarını uyararak hızlıca yakınlarındaki kapıdan içeri soktu. İçeri girdikleri odada havuza benzer boş bir yapı vardı. İçine girerek sessizce beklemeye başladılar. Dışarıda bir takım ayak sesleri duyuluyordu. Odanın kapısı açıldı ve bir asker içeri seslendi:

“Kimse kalmasın, bu bina artık güvenlikli değil…”

Askerler tekrar aşağı doğru ilerlerken aynı şekilde seslenmeye devam ediyorlardı.

Sesler tamamen kesilince Suhan, Oğuz ve Asya bulundukları yerden çıktılar. Suhan Ziguratın tepesinden yine etrafı incelemeye başladı. Kule ve çevresinde hiçbir hareket belirtisi görünmüyordu. Bir anda gökyüzünde kuş sürülerini andıran bir hareketlilik oluştu. Kule’ye doğru yaklaşan ve etrafına ışıklar saçan uzay araçlarıydı bunlar. Yüzlerce uzay aracı Kule’nin çevresini sarmaya başladı. Asya kendilerine verilen silahı inceliyor, bir yandan da korku dolu gözlerle etrafına bakınıyordu.

 “Bırak o silahla oynamayı.”

Dedi Suhan. Biraz önce çıktıkları odayı işaret ederek:

“Sanırım geri dönüş vaktimiz geldi. Bir an önce işe başlasak iyi olacak.”

Oğuz telaşla Kule tarafını işaret ederek:

“Savaş başladı galiba. Şu hale bakın.”

Hepsi birden izlemeye koyuldular.

Kule’nin katlarından, çevresindeki tepelerden ortaya çıkan uzay gemilerine doğru yağmuru andıran bir lazer silahı saldırısı başlamıştı. Sanki yeryüzünden gökyüzüne doğru mavi bir yağmur yağıyordu. Önce biraz daha gökyüzüne doğru çekilen araçlar biraz sonra yeryüzünü lazer yağmuruna tutmaya başladılar. Kule’nin çevresinde hem dönüyor hem de yeryüzünü kıpkırmızı lazer silahlarıyla dövüyorlardı. Uzaktan eğlenceli bir lazer gösterisine benzeyen mdurum gittikçe daha vahim bir durum alıyordu.

Suhan aceleyle üstü açık odaya girmiş, kristal piramitlerini hazırlamış işlemleri başlatmaya çalışıyordu.

“Hadi çabuk gelin. Fazla vaktimiz yok. Geç kalırsak burdakilerle birlikte yok olabiliriz.”

Hepsi ellerinde kristal piramitleriyle Suhan’a bakıyorlardı.

“Nasıl çalışacak bu şimdi?”

Diye sordu Oğuz.

“Harekete geçirecek bir güç lazım bize. Aklımda bir şey var ama…”

Dedi suhan. Bu arada Kule ve çevresinde çatışmalar devam ediyordu. Havadaki araçların sayısı bir çoğu vurulmasına rağmen azalmıyordu. Büyük bir puroyu andıran gri renkli ve diğerlerinden en az on misli büyük bir araç Kule’ye yaklaştı. Dairesel araçlar gökyüzüne doğru çekildiler. Gri renkli dev araçtan çıkan beyaz bir ışık her tarafı kapladı. Kule’ye yönelen ışıkla beraber kulakları sağır edecek bir patlama duyuldu. Dev bir alev kütlesi yeryüzünü yok edercesine genişleyerek gökyüzüne doğru yükselmeye başladı.

-Bölüm Sonu-

Mesut Hekimhan

Eğitimci Yazar

mesuthan@gmail.com

Related posts

Leave a Comment